16 Nisan 2015 Perşembe

antep fıstığı, kutu cola ve et döner

çocukken komik sınırlarımız vardı.

bizim eve kuruyemiş hep karışık alınırdı ve benim zihnimde antep fıstığı çok pahalı bir şey olduğu için onu tek başına almadığımızı, diğer kuruyemişlerin içine azıcık karıştırttığımızı düşünürdüm. hatta mahalledeki kuruyemişçi annemin "köylüsü" olduğu için bir gün bize kıyak yapıp kesekağıdını sırf antep fıstığıyla dolduracağını hayal ederdim. küçük dayımlara gittiğimizde, ki bu senede bir ya da iki kere denk gelen bir şanstı, onların kuruyemiş kaselerinde sadece antep fıstığı olurdu. dolu dolu antep fıstığı. böylece diğer kuruyemişlerin içinden antep fıstığı ayıklama derdinden kurtulur, bir yandan da "acaba hepsini yersem kızarlar mı" endişesinden de kurtulamazdım. bu antep fıstığı dolu kaselerin yanında coca colanın bizim evdeki gibi çay bardağıyla değil 30 santimlik bardaklarla verildiğini de söylemeden geçemeyeceğim. hatta onların evinde misafir geldiğinde tek çeşit pasta olmaz; önünüze gelen tabakta farklı iki çeşit pastadan birer dilim olurdu. bizim nefsimiz doğuştan terbiyeli olduğu için çikolatalı pasta dışında diğerini yemekten hep utanırdım, o zaman bizim evde böyle yemediğimiz anlaşılır, ayıp olur diye düşünürdüm.

babamın "bir şeyi kiloluk alırsan ekonomik olur" politikası gereği bizim evde cola büyük cam şişeyle alınırdı. en büyük hayalim, bir gün kutu cola almak ve tek başıma içmekti, kimseyle paylaşmadan! ilkokul 3. sınıftaydım, okul pikniğine gidecektik. annem bana piknik sepeti hazırladı ve taşıyıp açması kolay olsun diye bana kıpkırmızı, çil çil, pürüzsüz kutusunda göz alıcı parlaklığında buz gibi bir kutu kola aldı. kola sadece bir gece buzdolabında durdu ve ben gece 5 defa kalkıp dolabın kapağını açtım, rafta duran parıltıyı seyrettim. o geceki heyecanımı ve mutluluğumu anlatamam. ertesi gün piknikte kolayı içerken o kadar havalıydım ki sanki tüm çocuklar bana bakıyordu.

annemin "dışarıda yemek yiyelim" isteğine babamın "evde o parayla 10 kilo et yeriz" hesabıyla karşılık verdiğinden olsa gerek annem evde dönerin kralını yapmayı öğrenmişti. ama dedim ya insan hayal ettiği müddetçe yaşar, pis bir dönercide döner yemekti hayalim, evdekinin bir kıymeti yoktu. ilk dönerimi, soğuk bir kış günü, Sakarya'da, tıklım tıkış bir döner büfesinin önünde ayakta ve burnum aka aka yemiştim. hiç hayal ettiğim gibi olmamıştı.

bu anlattıklarımdan size bir yoksulluk öyküsü devşirecek değilim. aksine, mahallemizin hatırı sayılı zenginlerindendik. ama mütevaziliğin ve yetinmenin övüldüğü, israf etmenin ayıp kaçtığı, pahalı şeylerin sadece "gerekli" olduğu için alındığı bir ailede büyümek, safiyane çocukluk duygularımı besledi hep. bu sayede hayatım boyunca sahip olduğum herşeyin kıymetini bildim.

şimdi bile antep fıstığı yerken duyduğum hazzı anlatsam kimisi anlamayacak ve bunu anlamalarını sağlayacak şeyler yaşamadıkları için onlar adına üzüleceğim.