30 Aralık 2010 Perşembe

2010'un son yazısı


aslında ben bu 2010 rakamını çok sevmiştim yaa. çift sayıydı bikere. ayrıca 20, 10'a bölünüyodu. 2 tane sıfır vardı sonra içinde. rahat hissediyodum yaa. ama 2011 öyle mi ya... cık cık cık. hem 11 asal sayı*, hiç sevmem.

efendiiim, her ne kadar bu triplere girmiycem dediysem de böyle tatlı bir değişim hissi var içimde şimdi. hani madem illa giricez biz bu 2011'e, e o zaman bi tazelenmişliktir bi enerjidir bi güzel hislerdir gelsin bari bu tarafa doğru : )

öyle, yok efendim yeni yıl kararları, vay şöyle yapıcam böyle edicem, az yiycem, çok spor yapıcam, para biriktiricem, dünyanın anasını satıcam falan gibi istek parça listeleri yapmıyoruz. neden? hayat bize herşeyin eninde sonunda olması gerektiği gibi olduğunu gösterdi çünkü. bundan sonra napıyoruz? günümüzü olabildiğince doyasıya yaşıyoruz, bırakıyoruz suyu yolunu bulsun diye... pozitif enerjiyi elden bırakmıyoruz.

sizi seviyorum.

* asal sayı: sadece 1'e ve kendine bölünebilen sayı. mesela 21 asal değil, 3'e, 7'ye, 21'e felan bölünebiliyo çünkü : )

20 Aralık 2010 Pazartesi

dengesiz elif

Eğer "denge" denen şey hayatın akışına kendini bırakmaksa... Eğer kolay mutlu olmaksa denge, biraz dengesizleştim galiba...

Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları, sf 233.

14 Aralık 2010 Salı

leylek havada

otel odalarının en sevdiğim tarafı şudur ki: parasını ödeyip dibine kadar konfor satın alırsınız. ve tabii ki yalnızlığın huzurunu ve iç çamaşırlarınızla rahatça dolaşmanın özgürlüğünü : )

en sevmediğim tarafı da: biryere ait olmamanın huzursuzluğu ve sahip olduklarını bir çantada oradan oraya taşımanın ağırlığı...

vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
vaktinde anlamanın sevinci mi
ya da biraz geç kalmanın
o gereksiz tedirginliği mi
hangisi
ama belli ki sonundayız herşeyin
en sonunda
e.c.

12 Aralık 2010 Pazar

Hacer

İlkokulda birgün din dersinde öğretmen "kıyamet günü mahşer yerinde toplaşınca insanlar, kimse kimseyi tanımayacak" demişti; "anneler bile çocuklarına bakacak durumda olmayacak, herkes kendi derdine düşecek"...

Eve gelip anlatmıştım bunu sana. çok korkmuştum, ağlamıştım. Beni korkutan şey kıyamet günü falan değildi; hayal ettiğim o kaos içinde sensiz kalmaktı. Sen de şöyle demiştin: "merak etme, o gün geldiğinde bile ben sizi bırakmam" Nasıl rahatlamıştım.

O kadar güzeldin ki biz çocukken. Nasıl gururlanırdım sen okulun kapısından girdiğinde. "Bu güzel, asil, akıllı, gururlu kadın benim annem" Nasıl saygıyla bakardı sana komşularımız, arkadaşlarımın anneleri ve ailemizdeki diğer kadınlar...

Ve o kadar güzelsin ki şimdi, biz kocaman çocuklarız hala.. Senin yaşına geldiğimde senin kadar vakur, asil ve güzel görünmek istiyorum.

"Akıllı ananın deli kızı alınırmış da, deli ananın akıllı kızı alınmazmış" dersin ya hep, akıllı ananın deli kızı olmaktan duyduğum onuru ölene kadar taşıyacağım.

Hayatta yaptığın herşeyin hakkını verdiğin için,

Sağduyundan ve asaletinden hiç vazgeçmediğin için,

Sadece hissettiğin gibi davranarak bizi adam ettiğin için,

Bizi herkesin yanında gururlandırdığın için,

Ve her gün arkadaşlarımın yanında "annemin bir lafı vardır..." diye başlayan konuşmalar yapmamı sağlayacak kadar "kendine has" olduğun için seni seviyorum.

Doğum günün kutlu olsun Hacercim...

Ortanca kızın Elif

10 Aralık 2010 Cuma

kar...

kardan bir tünelden geçiyorum... Issız, huzurlu... Fonda şebnem ferah: "sevdiğim birini hiç kaybetmemiştim.. Kaybetmek yoktu, yoktu aklımda..."

Evren, içimizden geçen herşeyi yerine getirir... Eninde sonunda...

8 Aralık 2010 Çarşamba

in eşşekten, dövüşelim

ben eve asık bir suratla ve kafamdaki saçlar tepeye dikilmiş şekilde girince annem şöyle der: "ne o elif? in eşşekten dövüşelim diyosun yine.." : ) hayatta bunun kadar güldüğüm başka bir tanımlama yok galiba.

bugünlerde bunu herkese diyorum, hemen gardımı alıyorum, daha konuşmaya başladığımda yumruklarımı sıkıp, kollarımı dirsekten kıvırmak suretiyle yukarı kaldırıp, burun hizasında gözlerime yaklaştırıp "gelsene, gelsene" pozisyonuna geçiyorum, canım kavga istiyorrr!!

böyle zamanlarda yapılacak en güzel şey, uzun zamandır aslında size çok da batmayan birtakım hadiseleri, yeni meydana gelmiş gibi algılayıp kavgaya hazırlanmaktır. misal: uzun zamandır kredi kartınızdan çatır çatır çekilen ve bugüne kadar dert etmediğiniz kart aidatı yüzünden kavga etmek bulunmaz nimettir.

hemen arabaya atlanır, bankaya gidilir. algı şu yöndedir: "bunlar şimdi bu işi nasıl olsa halletmezler, ohh mis gibi kavga ederiz"

Qmatic'ten müşteri temsilcisiyle görüşmek için sıra alınır, o da ne? masalar boş, sadece gişedekiler çalışıyor (ohh çok şükür sebep bulundu, tam göbekten dalabiliriz).

(ben) güvenlik görevlisine: pardon bakar mısınız, müşteri temsilcileri nerede acaba?
cevap: bu şubemizde m.t. yok efendim.
ben: peki neden Qmatic'e m.t. diye seçenek koydunuz?
cevap: o makina standart geliyor efendim.
ben: peki neden m.t. standart bir uygulama değil? ve o masalar neden burada? ve neden makinanın o seçeneğine kağıt mağıt yapıştırıp kapatmadınız? (güvenlik görevlisi su kaynatmaya başladı, güzeeel, kafasını uzaklara doğru hindi gibi uzatıp, benimle uğraşacak bir zavallı arıyor kendine)
cevap: hanfendi kemküm.. hık mık
ben: yani şimdi burda benle ilgilenecek (benle kavga edecek) kimse yok öyle mi? rezalet... rezalet...

çok olmasa da biraz rahatlamış olarak şubeden çıkılır, kart cüzdana geri sokulmadan bir mağazaya dalınır, haşırt diye bir tutarda alışveriş yapılır. yapılan alışveriş karşılığında kazanılan yılbaşı çekiliş bilmemnesini almak için yapılan kavga da bir sonraki yazıya kalır artık...

hadi gittim ben