22 Ocak 2012 Pazar

aşk dediğin bir nedir ki?

Bütün aşklar platoniktir. Bunun böyle olduğunu bugüne kadar anlamamamızın sebebi, platoniğin kelime anlamını bilmiyor oluşumuzdan kaynaklanır. Türk Dil Kurumu'na göre platonik; "gerçekte var olmayan, düşte kalan, hep böyle kalması istenilen" anlamına gelmektedir. Yani platonik aşk, hep sandığımız gibi "tek taraflı" değil, "olmayan"dır.

Bu önermeden yola çıkarak, "var" zannettiğimiz şeyin aslında "yok" olduğunu anlamak için sözlük karıştırmaya da gerek yoktur. Çünkü duygu denen şey, sadece içinde yaşadığı beyin için gerçektir. Bir başkası için anlam ifade etmez. Bu nedenledir ki, aslında aşk, onu hisseden için vardır. Karşınızdakinin aşkı da onun için vardır. Ama iki kişinin bir duyguyu, daha doğrusu aynı duyguyu beraber yaşaması mümkün değildir. Çünkü birbiriyle fiziksel bağlantısı olmayan iki beyinin tek bir duygu ortaya koyup onu yek vücut gibi yaşaması imkansız olduğu kadar saçmadır da.

O yüzden hep ararız. Karşımızdakiyle aynı şeyi hissedip yaşadığımızı zannettiğimiz için konuşmadan anlaşılmak isteriz. Yanılgımız budur. Sevginin tek taraflı olduğu, hislerin sadece sahibini bağladığı "seni seviyorum" demekle alakalıdır. Yani "BEN seni seviyorum" demektir. Sevdiğine aşkını söyleyen birinin hiç "birbirimizi seviyoruz" dediği duyulmuş mudur?

17 Ocak 2012 Salı

bir kız bir oğlan, lütfen!

- Çocuğumuz olsun ister misin?
- Hayır!
- Sana değil, karıma soruyorum!

Bu uyarıyla irkildim birden. Ben dahil hiç kimse çocuk sahibi olmasın istiyordum. Kuzenimin, en sevdiğim arkadaşımın, çok değer verdiğim evli kadınların çocuk yapıp yapmama kararını ben vermek istiyordum ve bu kararım hep olumsuzdu. Bu kadınların nesi vardı Allah aşkına?

"Anne olunca anlarsın"lara, "dünyanın en güzel duygusunu tatmalısın"lara, "çocuğun olunca diğer herşey yalan olur"lara, "tek olmaz, bir tane de kardeşi olsun"lara kulaklarımı tıkamıştım ve hayatımı vakfedeceğim "ben"den başka bir varlığa ihtiyacım yoktu. Üstelik ben sadece bir kişiyi çok sevmek istiyordum. Ben galiba anne olmak için değil, kendim olmak için doğmuştum.

11 Ocak 2012 Çarşamba

sezaryen mi normal mi?

Kimse, doğum olayıyla fazla ilgilenmez. Bir insan doğduğunda, birbirimize uzun uzun anlatmayız. "Doğmuş" der geçeriz. İlgi çekici bir tarafı yoktur. Aslolan ölümdür. Bir hikayesi vardır. İlgimizi cezbeder ve kesinlikle sadece ölen insana özgüdür. Doğumun bir sezaryeni bir normali ama ölümün binbir çeşidi vardır.

Ölümün hikayesini dinlemekten tuhaf bir zevk alır insanoğlu. Nasıl olmuş, ölürken birşey demiş mi, yanında kimse var mıymış, ecel geldiğinde hissetmiş mi ve bu tip sorular ölüme göre çeşitlenir de çeşitlenir. Ağızdan ağıza dolaşan hikayeyi defalarca dinler insan. Gerçekleşeceği en kesin ama organizasyonu planlanmayan tek olaydır ölüm.

Doğum kader, ölüm gerçektir.

9 Ocak 2012 Pazartesi

günlerden bir gün

çalışan insanların haftanın ilk iş günü, mesaiye uyum sorununu anlatmak için kullandığı "pazartesi sendromu", onda "her Allah'ın günü sendromu" olarak nüksediyordu. uyandığı her sabah, baştan alışılması gereken, ayak uydurulması mecburi bir kısırdöngüden ibaretti. bir nevi "hayat sendromu"ydu aslında bu. uyumdaki zorluk yani...

yataktan kalktı, hemen aynanın karşısına geçti. bunu yapmayı seviyordu. her sabah ilk iş aynaya bakıp varlığını kendi gözleriyle görüp tasdik etmeyi alışkanlık haline getirmişti. akşamdan kalma uyandığı sabahlarda daha bir güzel görünüyordu sanki aynada. vücut su topluyordu tabi, ondan olabilirdi.

mutfağa girdi. filmlerde, uyanır uyanmaz kendine acı bir kahve yapıp bir de sigara yakan insanlara imrenmişti oldum olası. ama bunu yapamazdı. çünkü aç karnına yapabileceği şeyler listesinde bira içmek, sevişmek ve denize girmek vardı ama sigara içmek yoktu. bazı insanların, kendisinde olmayan bir "sigara bünyesi" olduğuna inanıyordu. günde bir paket sigara içip, gece yatmadan önce iki tane daha içebilmeyi arzu eden bir insan bu bünyeye sahipti işte. sigaradan başı dönmez, midesi bulanmazdı bu insanların.

bunları düşünürken, birden canını neyin sıktığını anlamaya çalıştı. hatırlayabilmek için düşüncelerde geriye doğru gitti. ah evet, liste yarım kalmıştı: kendi cenazesine davet edeceklerinin listesi.. hayır, intihar etmeyecek kadar çok seviyordu kendisini. dindar olmadığı kadar kindar olduğu için, hayatından çıkararak cezalandırdığı insanları, kendisine karşı son görevlerini yerine getirme lüksünden mahrum etmek istiyordu sadece. uzun yıllardır görüşmediği amcası ya da eski sevgilisi cenazesine gelip de "giremezsiniz, çünkü davetli değilsiniz" cevabını alsa ne bozulurdu ama. bu listeyi yapmaya fikri aklına düştüğü ilk günkü kadar heyecan vermiyordu belki ama şu aralar hiçbir şey o kadar heyecanlı değildi zaten.

sevgilisini, daha doğrusu sevgili pozisyonuna gelememiş sevdiği adamı düşündü. içinden okkalı bir küfür savurup, ilk fırsatta ona söylemeyi planladığı akıllıca saptamalarını, süslü laflarını bir kez daha kafasından geçirdi. sonra vazgeçti, sonra tekrar söylemeye karar verdi. kısa bir an içerisinde o kadar çok fikir değiştiriyordu ki, en sonunda hangisinde karar kıldığını bazen kendisi bile unutuyordu. sanırım söyleyecekti, yoksa söylemeyecek miydi? 

camdan dışarı bakarken, bugün hangisi olacağına karar vermesi gerektiği aklına geldi. ona göre insanlar, güne başlarken giydikleri kıyafetler gibi, hangi kişiliği yanlarına alacaklarını da düşünüyor olmalıydılar sokağa çıkarken. bugün "uyumlu" olsaydı mesela, annesi ne çok sevinirdi. hiçbir şeye itiraz etmese, onu pazara götürse, homurdanmadan poşetleri taşısa, hatta saçma sapan pazar klasiği muhabbetlere bir iki yorum yapsa güzel olmaz mıydı? güneş vardı bugün, demek ki uyuma gerek yoktu, güneş bu boşluğu kapatabilirdi.

"gıcık" olsaydı peki? bu sefer de kardeşi çok uğraşırdı onunla. illa ki bir açıklama beklerdi. yorgundu, konuşmaya değmeyecek kadar da değersizdi bugün herşey. o yüzden bundan da vazgeçti.

"mutlu" olsa bu sefer de mutsuz olurdu.

en iyisi "kendi" olmaya karar verdi...

5 Ocak 2012 Perşembe

anlık

Bunları yazmalıyım diye düşündü. Ama nasıl? Kelimelerini küçümsüyordu çünkü. İçinden geçenler, kendi kafasında konuşması bile yeterince iyi değildi sanki. Çok basit yazmak ama yazdıklarını okuyanların büyülenmesi mümkün müydü?

"Bence yazmalısın" dedi adam. "Kendimiz olursak, sadece istediğimiz gibi olursak bin yıl yaşayabiliriz" diye cevap verdi kadın, alakasız bir karşılık olduğunu bilerek. Tatlı bir sarhoşlukla ekledi adam: "Biz insanlar bin yıl yaşamayız". "Birincisi" dedi kadın, "Sen insan değilsin". "İkincisi, buna yaşamak diyorsan eğer, zaten yaşamıyorsun ki"...