28 Kasım 2010 Pazar

yeşil peri gecesi

"Açık hesaplar açık yaralara benzer. Açık kalırsa mikrop kapar, enfekte olur. Sağlıklı bir gelecek için açık yaraları ve açık hesapları kapatmak gerekir."

Ayfer Tunç
Yeşil Peri Gecesi, sf 349

26 Kasım 2010 Cuma

gelgitleeeer

insan denen yaratığı kontrol eden duygular silsilesi ne kadar karmaşık, ne kadar anlaşılmaz, birbirinden ne kadar uzak ve aslında ne kadar yakın. tuhaftır, saniyesinde üzülüyoruz, saniyesinde seviniyoruz, bi çok mutluyuz, sonra bi anda boğazımızı yakan, midemizden yukarı doğru yükselen bir acı kaplıyor bedenimizi. bi an sonsuza dek yaşıycakmışız gibi hissediyoruz, sonra hoop 5 dk sonra ölecekmiş gibi oluyoruz : ) garibiz yaaa, valla çok garibiz. aslında çok zavallıyız, evrenin döngüsü karşısında herşey bizim elimizde zannetmekle...

akşamdan kalma yattım dün gece, çok mutluydum; sabah saat çaldı, mutsuz oldum.
duşa girdim, keyiflendim; arabaya binip trafiğe çıkınca canım sıkıldı.
bütün ışıklar yeşil yandı hiç beklemedim, mutlu oldum; ofisin olduğu sokakta trafik anlamsız yere kilitlenince mutsuz oldum.
çok sevdiğim bir müzik başladı sonra (L is for the way you LOOK at me..) aman bi keyiflendim, ofise girdim bismillah tlfonum çalmaya başladı, dellendim.

ulan yarım saatin içinde bu kadar duygu arasında gidip gelinir mi yaa. denge, düzen bi b.k kalmaz insanda tabii. hayır bi de evrene mesaj gönderme hadisemiz var sabahları uyanınca. diyoruz ki: bugün mükemmel birgün olacak : )

uykum var, canım bişey yapmak istemiyor, lakin thank god it is friday!

I don't care if monday's blue
tuesday's gray and wednesday's too
thursday, I don't care about you
it's friday, I'm in love

22 Kasım 2010 Pazartesi

seviyorum - sevmiyorum

bakkalları seviyorum, bi de büfeleri. hani böyle arabayla kapısına yanaşınca, camdan elinizi uzatsanız içerden istediğinizi alacakmışsınız hissi veren yakınlığını... alışveriş merkezlerini sevmiyorum, dev hipermarketleri, o sevimsiz kalabalığı, çeşitliliği sev-mi-yo-rum. artık pek kalmadı ama nerede bir market-bakkal görsem durur bişeyler alırım yoktan yere.

kendi saçımı kendim yapmayı seviyorum, böyle darmadağın, doğal, ben gibi yani. kuaförlerden nefret ediyorum. oraya gelip hayatıyla ilgili herşeyini kuaföre, manikürcü kıza anlatan, onlarla öpüşüp sarışan, "aşkım, bebeğim" diye hitap eden süs köpeklerini sevmiyorummm.

muhabbeti seviyorum. kırıtmayı sevmiyorum.
istediğim gibi davranmayı seviyorum. "ben artık olgun bir kadınım, oturayım" pozlarını sevmiyorum.
içmeyi seviyorum. "benim hakkımda ne düşünürler, biraz ağır olayım" pozlarını da sevmiyorum.
sıkılınca basıp gitmeyi seviyorum. "insanlara ayıp olur, sıkıntıdan patlıyım ama burda kök salayım" durumlarını sevmiyorum.
sadeliği seviyorum. ihtiyacım olan her türlü "aksesuar" bende fazlasıyla mevcut zaten. yapay olanı sevmiyorum. ne demişler: simplicity is the ultimate sophistication!

kırılıp döküldüm diye
korkmayacaksın tekrar sevmekten
ne de olsa insan bir kere ölür
hani kırılmaz ya kemik de aynı yerden

4 Kasım 2010 Perşembe

doğumumun 32. yıldönümü

Bagdat Caddesi'nin ortasında, yalnız başıma, elimde bir paket hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Sevgili patronum bi adres verdi, orda bi paket var, al bana getir dedi. Gittim, saatçi... Elif Hanım bu sizın dediler, ve o anda bi msj... Cok duygulandım, gururlandım, yalnız değilmişim, çok seviliyomuşum onu anladım.

iki gündür bitmeyen hüznümü, kocaman bir sürprizle sonlandırdınız. iyi ki varsınız...

Bir daha asla bu kadar yalnız ve sahipsiz hissetmemeyi diliyorum.

iyi ki doğdum...