30 Aralık 2009 Çarşamba

zehir

önce usul usul ağladım, sonra bağıra bağıra. Gözyaşlarım sulara karıştı, küvetten aktı gitti, kurduğum bütün hayaller gibi aktııı gitti. O kadar uzun sürdü ki, hala aynı gündemiydik bilmiyordum. Ben daha ağlıyodum ama farkettim ki gözlerim kapanmış ağlamaktan ve akacak yaş kalmamış artık. Ya kendimi sokup öldürecektim, ya da zehrimi akıtacaktım. Hergeçen gün ağırlaşan bu kahır bitsin, bir sabah uyandığımda farkedeyim ki hepsi geçmiş. Yeni yıldan tek dileğim bu

28 Aralık 2009 Pazartesi

yılbaşı geliyoooor

bol bol yılbaşı hazırlığı yapılan, sadece kendimle ilgilendiğim sakin bir haftasonundan sonra umutlu bir pazartesiye başladım.

bol bol düşünüp taşınıp, yanlış neydi doğru neydi eksik neydi bir güzel belirleyip 2010 haritası çıkardım kendime. klasiktir, yılbaşında, doğumgününde, yaza girerken, kışa girerken insanlar birtakım kurallar koyarlar ya kendilerine; ve birçoğunu yapmazlar : ) olsun, hepsini yapmayacağımı ve bu kurallara sadık kalmayacağımı bilsem de, yeniyılda yeni kurallar falan tadında bişeyler belirlemek istedim.

1. en az haftada 4 gün spora gidilecek.
2. alkol tüketimi haftanın bir gününe sıkıştırılacak.
3. gerçek bir hobi edinilip ısrarla devam edilecek. seramik diyorum ben, zamanında yapmıştım, içinde ıslak toprak kokusu olan herşeyden keyif alabilirim : )
4. gereksiz masraflar minimize edilecek. var olan ve ihtiyacımı karşılayan bir eşyadan bir tane daha edinilmeyecek.
5. daha çok seyahat edilecek, arkadaş varsa arkadaşla, yoksa yalnız, ama mutlaka yeni yerler görülecek, gezilecek.

özetle, daha az düşünülüp, daha çok yaşanacak : ) veee perşembe günü tatile gidilecek, pazar dönülecek ve çoook eğlenilecek.

herşeyi geride bırakmak için son haftaya girdik, duyrulur...



25 Aralık 2009 Cuma

kadınlar

dün ve ondan önceki gün istanbul seyahati vesilesiyle karşılaştığım manzaraları paylaşmak geldi içimden.

bir müşterimizin medya ilişkilerini yönetmek üzere "profesyonel" bir PR (halkla ilişkiler demek oluyoo) şirketi aramak için düştük yollara. bu işin merkezi istanbul ya, herşeyin merkezi istanbul(!) olduğu gibi, 1 hafta önceden aldık randevuları felan. daha oraya gitmeden tlf konuşmalarından gıcık oldum ben adamlara, daha doğrusu kadınlara! bu piyasayı hanımlar ellerinde tutuyolar çünkü. allaaam, "lütfen" konuşuyolar, ağızlarına kira istiyolar, yayılıyolar da yayılıyolar...

ya deli oluyorum ben bu istanbulluların kendini beğenmişliklerine, biz ankaralılara taşralı muamelesi yapmalarına, herşeyi biz biliyoruz havalarına. ulen sanki istanbulda değil de uzayda yaşıyolar, bi pozlar, bi tavırlar.... "fazla mütevazi olma, gerçek sanırlar" diye bi laf vardır ya, bizimki o hesap. biz çok alçakgönüllüyüz, bunlar bizi bişeye benzetemiyolar. her laf "siz bilmezsiniz"le başlıyo, "ama burası istanbul"la bitiyo. istanbul fatihi, bunlar kadar övündü mü acaba zamanında, merak ettim.

sonra düşündüm, ben buralara gelsem bu havalara girer miyim acaba? böyle hırslı, işi gücü toplantı, müşteri, giyim kuşam, hava-poz bi kadın olur muydum acaba? yannız bişey dikkatimi çekti. kırklarına yaklaşmakta olan hanımlar, ya bekarlar ya boşanmışlar : ) mevzuyu çözmüşler yani. süper yüksek egolar, herşeyle dalga geçmekten büyük zevk alıyolar, özellikle erkek egemen (daha doğrusu erkeklerin egemen olduklarını sandıkları) hayatla... bu hallerine bayıldımmm.

iş güç konusunda başarı takıntısı olan, rekabetçi, hırslı biri değilim ama hayat konusunda kesinlikle bağımsız, başeğmez, muhtaç olmayan ve bu hayattan ne istediğimi asla unutmayan biri olarak devam edicem. erkekler güçlü kadın istemezler, çünkü bilirler ki kendilerine körü körüne ihtiyaç ve "ne olursa olsun" birliktelik yoktur o zaman, bilirler ki o kadın çantayı alıp çıkabilir. o yüzden zayıfın yanında kendilerini 10 kaplan gücünde hissederler : )


24 Aralık 2009 Perşembe

bebek'te "sade kahve"

Masada kağıt servis, üstüne en sevdiğim şiiri yazmışlar.
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

22 Aralık 2009 Salı

okumak lazım

bu yılın en iyi 10 kitabı bunlarmış, ben 2'sini okumuşum, geriye kalmış 8...

1. bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi (ayfer tunç) - okudum ve çok beğendim, tavsiye edilir, kalın felan diye şeyetmeyin
2. çöplüğün generali (oya baydar)
3. yüzünde bir yer (sema kaygusuz)
4. fay kırığı (mehmet eroğlu)
5. eflatun koza (cahide birgül)
6. dünyanın uğultusu (behçet çelik)
7. yorgun sevda (irfan yalçın)
8. sonradan yaşamak (önay sözer)
9. aşk (elif şafak) - bunu da okudum, saçmalık, ama aşk için fedakarlık yapmanın sadece kitaplarda olabileceğini göstermesi açısından faydalı bir eser
10. gizli aşk bu (özen yula)

bu kitaplar tek tek okunacak, burda paylaşılacak. fazla aşka meşke saran kitap varsa derhal bırakılacak, çekemem
kendimi çok iyi hissediyorummm

kiss you all : )

18 Aralık 2009 Cuma

maskeli balo

bazı şarkılar vardır, keyifle dinlersiniz, melodisi kıpır kıpırdır ama sözleri baştan başa hüzündür aslında...

yaredir sinede, eski sevgili
eski sevgili, eski günler
hayata baksana takmıyor kimseyi
hiçbirşey diriltmez artık geçmişi
yaredir yine de

yaktım gemilerimi
dönüş yok artık geri
tak etti canıma bu maskeli balo
bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri

yaredir sinede eski sevgili
ne yapsan kolay unutulmaz
ağlama geçmişe, yaşadık bitti
anılar bizi yalnız bırakmaz
yalnızız yine de


17 Aralık 2009 Perşembe

büyüklere masallar

kurbağaydı, öptüm prens oldu
bizansı yeniden fethedicektik, adını istanbul koyucaktık
ankara'da başlayan aşkımız "ada"da son bulucaktı
hatta adaya giderken yanıma alacağım 3 şeyi sadece ikimiz biliyorduk
sonra gökten 3 elma, benim kafama düştü!
... ve ben yine çirkin ördek yavrusu oldum

15 Aralık 2009 Salı

bir VARmış, bir YOKmuş!

canınızın acıması için biyerinize bişey olması gerekmiyomuş

gitmek yetiyomuş,
kalmak ya da,
onsuz kalmak,
bir söz yetiyomuş acıdan kıvranmanız için
"kendine iyi bak"ın içindeki küfür...

aslında güçlü olmak diye de bişey yokmuş
yalnız olmak varmış sadece

ve sadece "sen" bilirsin geri dönüş olmadığını...

14 Aralık 2009 Pazartesi

maymundan hallice bir iştahım var

pazar günü can sıkıntısından evi aşağı yukarı şöyle bir dolandım. en alt katta kullanmadığımız, eskiden kardeşimin odası olan, şimdiki haliyle bana bir hayli ürkünç gelen salonumsu odaya bir girdim. etrafa şöyle bir bakınca anladım ki, hayatta ne kadar çok şeyi tüketiyoruz, ne kadar çok şeye heveslenip yarım bırakıyoruz, alıyoruz, atıyoruz hatta atmayıp biriktiriyoruz... biriktirmişim, hem de bi dünya... bi alınıp hiç kullanılmayanlar var, bi de başlanıp bitirilmeyenler...

kibrit çöplerinden bir maket, bitseymiş yel değirmeni olacakmış. aman ne hevesle başlamıştım. bir kutu dolusu kibrit çöpü, tutkal, efendime söyliyim özel bir giyotin böyle küçücük sevimli bişey. ilk katı çıkıp bırakmışım : ) gerisi öylece duruyo kutusunda.

köşede yerde kocaman bi sunta üzerinde yarım bir puzzle. bu da bitseymiş osman hamdi bey'in kaplumbağa terbiyecisi olacakmıştı. kenarından köşesinden yenmiş gibi öyle yarım yamalak duruyor. kimbilir neye bunalıp başladım yapmaya, sonra kime kızıp bıraktım belli değil.

yarım bir yağlı boya resim, daha şişlerinde duran yarım bir örgü atkı ya da kazak ya da hırka, yarım bir patchwork battaniye, başlanmış bir kitap, ayracı kitabın ortasında.... herşey yarım kalmış, benim gibi

hiç kullanılmamış saç maşası, printer, egzersiz aletleri, okunmamış kitaplar, seğredilmemiş filmler, giyilmemiş bir palto.. evet evet benim alınıp hiç giyilmemiş bir paltom bile var evde. hatta o paltoyu almak için sabahın 9 unda mağazanın kapısına dayandığım düşünülürse, verdiğim kararlar konusunda kendimden korkmalı mıyım bilemedim : )

alınıp kullanılmayan ya da yarım bırakılan mal ve hizmetlerin mali analizlerine girip hiç canımı sıkmak istemiyorum, kabaca bir düşündüm, servet yatıyo o odada bee : )

bunların hiçbirine değil de tek birşeye sahip olmak istiyorum ben, onu da alırsam sonuna kadar kullanıcam zaten : )

karanlık bir pazarteside anca bu kadar yazılır....

delilerden sen anlarsın konuş onlarlaaaa, nasıl muhtacım bunaaaa


4 Aralık 2009 Cuma

pul biber, maydonoz, kuru nane

Hayat bazen "bütün günü sevgilinizle geçirip akşam eve geldiğinizde aynaya bakınca dişinizdeki pul biber tanesini farketmek" gibidir. Bu bazen bir parça maydonoz ya da kuru nane kırıntısı olabilir.

Yani şudur aslında olan; çok güzel gidiyo sanırsınız herşeyi, bir de dönüp bakarsınız ki o süre zarfında sizden habersiz şeyler olmuştur, öğrenince sizi hüsrana uğratıcak.

Ya da sevinilesi bişeydir, hayatınızdaki insanların sizi düşündüğünüzden daha çok sevmesi gibidir, sizi üzmemek için, içinde bulunduğunuz güzel zamanı rezil etmek istememişlerdir.

Ya da şöyledir: o kadar umursamaz ki sizi hayatınızdaki insanlar, siz kötü şeyleri farkettiğinizde üzüleceğinizi bile bile uyarmamışlardır sizi zamanında.

Öylesine aklıma geldi işte