2 gün boyunca çay içerken, kahve içerken, bira içerken, sigara içerken, pijamalarımızla otururken yaptığımız bütün konuşmalar "biz" ve "diğerleri" üzerineydi. yani bizim dışımızdakiler. hayatı irdeleyip durduk, olanları, olması gerekenleri konuştuk. hayat sanki habire temize çekilmesi gereken bir defter bizim için ve asla eski sayfaları yazıp bırakamıyoruz. başkalarına karşı hep çok bonkör, kendimize karşı hep çok acımasızdık her zamanki gibi. zülfü livaneli'nin bu haftasonu gazetedeki röportajında okuduğum "kız çocukları aslında hiç büyümezler" lafı, bizim kişisel farkındalığımızın temelinde yatan şeydi aslında. değişmek, tahammülsüzlük, aşksızlık, sıkılmak, idare etmek, "mış gibi" yapmak büyümenin bedeliyse, biz bu bedeli ödememeye karar vermiştik bile çoktan.
keyifli vakit geçirmek için mekansal durumların artık hiçbir önemi kalmadığını görmek de bir farkındalıktı mesela. hele IF'de dans eden (ya da ona benzer bişeyler yapan), içkiyi fazla kaçıran, o saatte dışarıda olmanın hayatlarında çok şeyi değiştirdiğini sanmanın verdiği edayla ortada dolaşan üniversite öğrencilerini görünce birbirimize bakıp bakıp gülümsedik : ) biz mi oraya ait değildik, yoksa onlar mı? biz mi herşeyin çok farkındaydık? onlar mı herşeyden bihaberdi?
"farkında olanlar asla mutlu olamazlar", babamın lafı... "ne kadar az bilirsen, o kadar çok mutlu olursun" der hep.
hem farkında hem mutlu olabilenlere selam o zaman : )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder